Günlük rutin koşuşturmaların içinde, evden işe işten eve gitmelerin yani, birden kafanızı kaldırırsınız ve bahçe duvarının kenarına oturmuş on-onbir yaşlarında 3 çocuk gözünüze takılır. Konuşmalarına kulak kabartırsınız, futbol konuşuyorlardır, kaçan bir golden sözediyorlardır. O an 25 yıl önceye gidersiniz. Farklı bir mekanda, farklı bir duvar üzerinde arkadaşlarınızla yaptığınız benzer konuşmalara. Futbolcunun adı değişmiştir, kaçan gol ise benzerdir. Bir uykudan uyanır, yenisine dalarsınız.
Geçen zaman neler getirmiştir, neler ise yitmiştir. On-bir yaşındaki çocuklar otuzbeş –otuzaltı yaşına gelmiştir. Yine futbol konuşuyorlardır, ama konuşma konularına iş-güç, çoluk çocuk da eklenmiştir. Göbekler büyümüş, bazılarının saçları azalmıştır. Yine bilgisayarda oyun oynuyorlardır, ancak Commodore64’den bu yana grafikler oldukça gelişmiş, oyunlar komplike hal almıştır.
Yitenler ise çoktur. O günlerde varolup şimdi aramızda olmayan aile büyükleri, arkadaşlar, komşular, zamanın popüler şarkıcıları, film oyuncuları, gazetecileri, siyasetçileri. Vakitsiz gidenler, beklenen kayıplar. Hulusi Kentmen yok artık, Cenk Koray, Adile Naşit. Hababam Sınıfı’nın haylaz öğrencileri yaşlı başlı adam olmuş. İnek Şaban –Kemal Sunal aramızdan ayrıldı. Yitirdiklerimiz sadece kişiler değil, bir dönem ve idolleri.
Aslında kaybettiklerimiz sadece bunlarla mı sınırlı? Çocukluğumuz, masumiyetimiz, kendi geçmiş günlerimiz. Şimdi acı, tatlı anımsamaktan başka kalan bir şey yok elimizde. Yine de insanın içi hafiften bir cız ediyor. Zaman acımasız, zaman bazen ilaç ama genelde gitti mi en telafi edilemeyen aslında. Hafta sonu gelince seviniyoruz, oysaki günler haftaları, haftalar ayları kovaladıkça geçip giden ömrümüz farkında olmadan. Günlük koşuşturma telaşında arada bir kafayı kaldırıp bakmak gerek, fren yapmak, es vermek belki. Geçmiş nasılsa geri gelmiyor, en azından bugünü yakalasak bari.
Geçen zaman neler getirmiştir, neler ise yitmiştir. On-bir yaşındaki çocuklar otuzbeş –otuzaltı yaşına gelmiştir. Yine futbol konuşuyorlardır, ama konuşma konularına iş-güç, çoluk çocuk da eklenmiştir. Göbekler büyümüş, bazılarının saçları azalmıştır. Yine bilgisayarda oyun oynuyorlardır, ancak Commodore64’den bu yana grafikler oldukça gelişmiş, oyunlar komplike hal almıştır.
Yitenler ise çoktur. O günlerde varolup şimdi aramızda olmayan aile büyükleri, arkadaşlar, komşular, zamanın popüler şarkıcıları, film oyuncuları, gazetecileri, siyasetçileri. Vakitsiz gidenler, beklenen kayıplar. Hulusi Kentmen yok artık, Cenk Koray, Adile Naşit. Hababam Sınıfı’nın haylaz öğrencileri yaşlı başlı adam olmuş. İnek Şaban –Kemal Sunal aramızdan ayrıldı. Yitirdiklerimiz sadece kişiler değil, bir dönem ve idolleri.
Aslında kaybettiklerimiz sadece bunlarla mı sınırlı? Çocukluğumuz, masumiyetimiz, kendi geçmiş günlerimiz. Şimdi acı, tatlı anımsamaktan başka kalan bir şey yok elimizde. Yine de insanın içi hafiften bir cız ediyor. Zaman acımasız, zaman bazen ilaç ama genelde gitti mi en telafi edilemeyen aslında. Hafta sonu gelince seviniyoruz, oysaki günler haftaları, haftalar ayları kovaladıkça geçip giden ömrümüz farkında olmadan. Günlük koşuşturma telaşında arada bir kafayı kaldırıp bakmak gerek, fren yapmak, es vermek belki. Geçmiş nasılsa geri gelmiyor, en azından bugünü yakalasak bari.