George Orwell’in “Hayvanlar Çiftliği” isimli romanını bilenleriniz vardır. Romanda kendilerine kötü davranan çiftçinin boyundurluğundan kurtulmak isteyen hayvanların çiftliği ele geçirme mücadelesi ve çiftliği ele geçirdikten sonra da kendi iç kavgaları anlatılır. Eşitlikçi bir düzen elde etmek için yola çıkan hayvanlar sonuçta domuzların baskıcı yönetimine boyun eğmiştir. Hatta finalde hayvanizmin ilkelerinden “iki ayakla yürüyenler kötüdür, dört ayakla yürüyenler iyidir” ilkesi “iki ayakla yürüyenler de iyidir, dört ayakla yürüyenler de” olarak değişmiş, domuzlar artık iki ayak üzerinde yürümeye bile başlamışlardır.
Sınıfsız, eşitlikçi toplum isteği yüzyıllar boyu insanların hayallerini süslemiş, bunu gerçekleştirmek için birçok düşünür, siyasetçi, akademisyen teoriler, sistemler önermişlerdir. Oysa ki sınıfsız bir toplum hayal olmaktan öte tarafa geçememiştir.
Önceki yüzyıllarda asiller, din adamları, halk kesimleri olarak görünen ayrım daha sonra ticaretin gelişmesiyle burjuvazi eklenerek genişlemiş, demokrasilerin gelişmesiyle de genellikle yönetenler ve yönetilenler olarak ortaya çıkmıştır.
Ülkemizde ise tarihsel sürecin sonucu olarak pek sınıf yoktur. Osmanlı’da kulluk sistemi vardı. Mülk padişahındı, padişah dışındakiler ise kuldu ve ancak hükümdar izin verirse mülk sahibi olurdu. Dolayısıyla da Avrupa toplumlarındaki gibi bir sınıf ayrımı Osmanlı İmparatorluğu’nda olmamıştır.
Günümüzde ne yazık ki Türkiye’de bir “siyasetçi sınıfı” oluşmaya başlamış, bu sınıf da hortumcu, çıkarcı, iş takipçileri gibi alt dallara ayrılmıştır. Hortumcu, çıkarcı alt gruplar “kolay para kazananlar sınıfını” yaratmış, ayrıca “medya sınıfının” gelişmesini hızlandırmıştır. Medya sınıfı ellerindeki medya unsurlarını kullanarak ülkeyi yönetme sevdasına kapılmıştır. Kolay para kazananlar sınıfı ise bu kolay ve çok para kazanma işini çok sevmiş, siyasetçi ve medya sınıfları ile birlikte oluşturulan sac ayakları ile ülkede etkin olmuştur. Bu saadet zinciri 2000-2001 ekonomik krizine kadar sürmüş, Serdar Turgut’un deyişiyle üçgenin ekonomi tarafı tasfiyeye uğrarken, siyasi taraf da 2002 genel seçimleri ile aynı akıbeti yaşamıştır. Her dönemin kazananı medya sınıfı mevzi kaybetmesine karşın durumunu korumuştur. Bugüne bakınca ise tasfiye olan siyasetçi ve ekonomi sınıfının yerini başka bir siyasetçi ve ekonomi sınıfının aldığını, oyunun ise hep aynı şekilde süregeldiğini görmekteyiz. Shakespeare’nin dediği gibi “yaşam bir tiyatro sahnesidir, oyuncular değişir, oyun hep devam eder”.
Konuyu biraz daha mikro düzeyde ele alıp sözü şirket yönetimine getirirsek, sınıf ayrımının şirketlerin yönetiminde de sorun yarattığını görürüz. Tüm çalışanların emek harcayarak katma değer yarattığı şirketlerde eğer elde edilen kar hakça dağıtılmıyor, sadece belli bir yönetici sınıf tarafından paylaşılıyorsa o şirkette sorun var demektir. Örnek vermek gerekirse; yönetici alt elemanlarına verilen satış hedeflerini tutturmaları için sürekli baskı yapmakta. Elemanlar da canlarını dişlerini takıp, gece gündüz çalışarak bu hedefi tutturuyorlar. Başarının karşılığı olarak da prim verilmekte. Ancak bu prim yöneticiye veriliyor, altındaki ekibe verilmiyorsa, böylelikle ayrıcalıklı bir yönetici sınıfı yaratılıyorsa bir sonraki dönem elemanlar aynı performansı göstermeyecektir. Çünkü kendilerini paralayıp yöneticilerine prim kazandırmak elemanların çok da umurlarında olmayacaktır. İnsanları kısa vadede kandırabilirsiniz, ama uzun vadede aldanan kendiniz olursunuz.
Birgün sınıfların, ayrıcalıkların, katmanların olmadığı bir dünyada yaşamak mümkün mü? John Lennon’ın “Imagine” şarkısında dediği gibi:
“Benim hayalperest olduğumu düşünebilirsiniz, ama ben yalnız değilim, umarım birgün siz de bize katılırsınız ve dünya bir olarak yaşar. (You may say I’m a dreamer,but I’m not the only one, I hope some day you'll join us, And the world will live as one)
Sınıfsız, eşitlikçi toplum isteği yüzyıllar boyu insanların hayallerini süslemiş, bunu gerçekleştirmek için birçok düşünür, siyasetçi, akademisyen teoriler, sistemler önermişlerdir. Oysa ki sınıfsız bir toplum hayal olmaktan öte tarafa geçememiştir.
Önceki yüzyıllarda asiller, din adamları, halk kesimleri olarak görünen ayrım daha sonra ticaretin gelişmesiyle burjuvazi eklenerek genişlemiş, demokrasilerin gelişmesiyle de genellikle yönetenler ve yönetilenler olarak ortaya çıkmıştır.
Ülkemizde ise tarihsel sürecin sonucu olarak pek sınıf yoktur. Osmanlı’da kulluk sistemi vardı. Mülk padişahındı, padişah dışındakiler ise kuldu ve ancak hükümdar izin verirse mülk sahibi olurdu. Dolayısıyla da Avrupa toplumlarındaki gibi bir sınıf ayrımı Osmanlı İmparatorluğu’nda olmamıştır.
Günümüzde ne yazık ki Türkiye’de bir “siyasetçi sınıfı” oluşmaya başlamış, bu sınıf da hortumcu, çıkarcı, iş takipçileri gibi alt dallara ayrılmıştır. Hortumcu, çıkarcı alt gruplar “kolay para kazananlar sınıfını” yaratmış, ayrıca “medya sınıfının” gelişmesini hızlandırmıştır. Medya sınıfı ellerindeki medya unsurlarını kullanarak ülkeyi yönetme sevdasına kapılmıştır. Kolay para kazananlar sınıfı ise bu kolay ve çok para kazanma işini çok sevmiş, siyasetçi ve medya sınıfları ile birlikte oluşturulan sac ayakları ile ülkede etkin olmuştur. Bu saadet zinciri 2000-2001 ekonomik krizine kadar sürmüş, Serdar Turgut’un deyişiyle üçgenin ekonomi tarafı tasfiyeye uğrarken, siyasi taraf da 2002 genel seçimleri ile aynı akıbeti yaşamıştır. Her dönemin kazananı medya sınıfı mevzi kaybetmesine karşın durumunu korumuştur. Bugüne bakınca ise tasfiye olan siyasetçi ve ekonomi sınıfının yerini başka bir siyasetçi ve ekonomi sınıfının aldığını, oyunun ise hep aynı şekilde süregeldiğini görmekteyiz. Shakespeare’nin dediği gibi “yaşam bir tiyatro sahnesidir, oyuncular değişir, oyun hep devam eder”.
Konuyu biraz daha mikro düzeyde ele alıp sözü şirket yönetimine getirirsek, sınıf ayrımının şirketlerin yönetiminde de sorun yarattığını görürüz. Tüm çalışanların emek harcayarak katma değer yarattığı şirketlerde eğer elde edilen kar hakça dağıtılmıyor, sadece belli bir yönetici sınıf tarafından paylaşılıyorsa o şirkette sorun var demektir. Örnek vermek gerekirse; yönetici alt elemanlarına verilen satış hedeflerini tutturmaları için sürekli baskı yapmakta. Elemanlar da canlarını dişlerini takıp, gece gündüz çalışarak bu hedefi tutturuyorlar. Başarının karşılığı olarak da prim verilmekte. Ancak bu prim yöneticiye veriliyor, altındaki ekibe verilmiyorsa, böylelikle ayrıcalıklı bir yönetici sınıfı yaratılıyorsa bir sonraki dönem elemanlar aynı performansı göstermeyecektir. Çünkü kendilerini paralayıp yöneticilerine prim kazandırmak elemanların çok da umurlarında olmayacaktır. İnsanları kısa vadede kandırabilirsiniz, ama uzun vadede aldanan kendiniz olursunuz.
Birgün sınıfların, ayrıcalıkların, katmanların olmadığı bir dünyada yaşamak mümkün mü? John Lennon’ın “Imagine” şarkısında dediği gibi:
“Benim hayalperest olduğumu düşünebilirsiniz, ama ben yalnız değilim, umarım birgün siz de bize katılırsınız ve dünya bir olarak yaşar. (You may say I’m a dreamer,but I’m not the only one, I hope some day you'll join us, And the world will live as one)