1980’leri öncelikle durgunluk ve sessizlikle hatırlıyorum. Bunda 12 Eylül askeri müdahalesinin de etkisi var sanırım. Sonra ise Turgut Özal ve hareket, sonra da değişim. Bu değişim iyi miydi, kötü müydü burada tartışmayacağım. Bir de kulağımda bolca arabesk müzik tınısı kaldı çokca.
1970’lerde başlayan köyden kente göç 1980’lere gelindiğinde doruk noktaya ulaşmıştı. İlk göç edenler artık şehre iyice yerleşip kendi kurallarını, zevklerini şehre kabul ettirmeye başlamış, bir taraftan da yeni göç dalgalarıyla şehirlerdeki nüfus çoğunluğunu ele geçirme yolunda önemli adımlar atmışlardı. Şehirlerin dışında varoşlarda yeni ve küçük birer Anadolu köyleri, kasabaları oluşmuş, göçedenler adetleri, alışkanlıklarıyla gelmişlerdi. Ama şehirde kendilerini nasıl ifade edeceklerdi? 1970’lerde ortaya çıkan arabesk müzik işte bu ortamda piyasayı ele geçirdi.
Kendini ifade etme arayışının yanında tek radyo/TV yayıncısı TRT’nin arabesk müziği yasaklaması da belki bu cazibeyi arttırdı. Ayrıca şarkıcı filmleri de arabeskin popülaritesini biraz daha perçinledi. Orhan Gencebay’dan sonra piyasaya çıkan İbolar, Ferdiler, Müslümler hepsi Anadolu’dan İstanbul’a gelen gariban delikanlılardı. Bu filmlerde şehirli bir kızı sever, ama sınıf, kültür farkından dolayı ona ulaşamazlardı. Finalde ise kız da onları sever, oldukları gibi kabul eder ve zafer bu gariban delikanlıların olurdu. Aslında bu şehir ile olan savaşın kazanılması idi, birçok gence sen de başarabilirsin, kendini bu büyük şehre kabul ettirebilirsin mesajı, umudu idi.
24 Ocak kararları ile dışa açılan ve radikal değişikliklere uğrayan ekonomi ilk dönemde büyük dinamizm göstererek gelişme kaydetmiş, enflasyonist ortamda büyüme stratejileri aslında sahte bir cennet yaratarak kolay para kazanan, köşe dönücü bir sınıf yaratmıştı. 1990’larda karşılaşacağımız ekonomik krizlerin temeli aslında bu yıllarda atıldı. Bu dönemde ekonomide, siyasette en çok hatırladığım sözcükler; “ortadirek, papatyalar, hanım bir kaset koy da neşemizi bulalım”.
Dünyada ise Reaganism ve Thatcherism ile ifade bulan yeni muhafazakar akımlar etkin olurken soğuk savaş hala devam ediyordu. ABD, Doğu Bloku ile mücadeleyi “Rambo”, “Rocky” gibi Holywood kahramanlarına havale etmişti. Ayrıca “Yıldız Savaşları” projesi de devam ediyordu. Sovyetler Birliği ‘nde ise Gorbaçov’un işbaşına gelmesi ile değişim rüzgarları esiyordu. Sonunda 1989’da Berlin Duvarı yıkıldı, Doğu Bloku dağıldı ve soğuk savaş bitti.
Dünya müziğinde Afrikalı açlar için düzenlenen “Live Aid” konserleri dikkat çekerken “breakdance” salgını bugünün hiphopçularının ağabeylerini karşımıza çıkarmıştı. 1980’lerin bence müziğe en kötü etkisi “Modern Talking”, “Nina” gibi felaket Alman popçularının piyasaya çıkmasıydı. Permalı saçlı, vatkalı omuzlu, kılıksız popçular tuhaf bir ritm eşliğinde şarkılarını icra ediyor, insanlar da bunlarla eğleniyorlardı.
İlk gençlik yıllarımın geçtiği 1980’leri özlüyor muyum diye düşününce pek özlemediğimi düşünüyorum. Bu yıllar, bir an önce geçse de bitse dediğim sıkıcı yıllardı. Bir taraftan da şimdi geriye bakınca yine de insanın içi bir tuhaf oluyor. Ne de olsa yaşamımın koca bir on yıllık dönemi. Sonuçta 1980’ler de bitti ve geldik 1990’lara.
1970’lerde başlayan köyden kente göç 1980’lere gelindiğinde doruk noktaya ulaşmıştı. İlk göç edenler artık şehre iyice yerleşip kendi kurallarını, zevklerini şehre kabul ettirmeye başlamış, bir taraftan da yeni göç dalgalarıyla şehirlerdeki nüfus çoğunluğunu ele geçirme yolunda önemli adımlar atmışlardı. Şehirlerin dışında varoşlarda yeni ve küçük birer Anadolu köyleri, kasabaları oluşmuş, göçedenler adetleri, alışkanlıklarıyla gelmişlerdi. Ama şehirde kendilerini nasıl ifade edeceklerdi? 1970’lerde ortaya çıkan arabesk müzik işte bu ortamda piyasayı ele geçirdi.
Kendini ifade etme arayışının yanında tek radyo/TV yayıncısı TRT’nin arabesk müziği yasaklaması da belki bu cazibeyi arttırdı. Ayrıca şarkıcı filmleri de arabeskin popülaritesini biraz daha perçinledi. Orhan Gencebay’dan sonra piyasaya çıkan İbolar, Ferdiler, Müslümler hepsi Anadolu’dan İstanbul’a gelen gariban delikanlılardı. Bu filmlerde şehirli bir kızı sever, ama sınıf, kültür farkından dolayı ona ulaşamazlardı. Finalde ise kız da onları sever, oldukları gibi kabul eder ve zafer bu gariban delikanlıların olurdu. Aslında bu şehir ile olan savaşın kazanılması idi, birçok gence sen de başarabilirsin, kendini bu büyük şehre kabul ettirebilirsin mesajı, umudu idi.
24 Ocak kararları ile dışa açılan ve radikal değişikliklere uğrayan ekonomi ilk dönemde büyük dinamizm göstererek gelişme kaydetmiş, enflasyonist ortamda büyüme stratejileri aslında sahte bir cennet yaratarak kolay para kazanan, köşe dönücü bir sınıf yaratmıştı. 1990’larda karşılaşacağımız ekonomik krizlerin temeli aslında bu yıllarda atıldı. Bu dönemde ekonomide, siyasette en çok hatırladığım sözcükler; “ortadirek, papatyalar, hanım bir kaset koy da neşemizi bulalım”.
Dünyada ise Reaganism ve Thatcherism ile ifade bulan yeni muhafazakar akımlar etkin olurken soğuk savaş hala devam ediyordu. ABD, Doğu Bloku ile mücadeleyi “Rambo”, “Rocky” gibi Holywood kahramanlarına havale etmişti. Ayrıca “Yıldız Savaşları” projesi de devam ediyordu. Sovyetler Birliği ‘nde ise Gorbaçov’un işbaşına gelmesi ile değişim rüzgarları esiyordu. Sonunda 1989’da Berlin Duvarı yıkıldı, Doğu Bloku dağıldı ve soğuk savaş bitti.
Dünya müziğinde Afrikalı açlar için düzenlenen “Live Aid” konserleri dikkat çekerken “breakdance” salgını bugünün hiphopçularının ağabeylerini karşımıza çıkarmıştı. 1980’lerin bence müziğe en kötü etkisi “Modern Talking”, “Nina” gibi felaket Alman popçularının piyasaya çıkmasıydı. Permalı saçlı, vatkalı omuzlu, kılıksız popçular tuhaf bir ritm eşliğinde şarkılarını icra ediyor, insanlar da bunlarla eğleniyorlardı.
İlk gençlik yıllarımın geçtiği 1980’leri özlüyor muyum diye düşününce pek özlemediğimi düşünüyorum. Bu yıllar, bir an önce geçse de bitse dediğim sıkıcı yıllardı. Bir taraftan da şimdi geriye bakınca yine de insanın içi bir tuhaf oluyor. Ne de olsa yaşamımın koca bir on yıllık dönemi. Sonuçta 1980’ler de bitti ve geldik 1990’lara.