Perşembe, Ocak 12, 2006

Kuş Gribi

Bana göre kuşlar sevdiğim kuşlar ve sevmediğim kuşlar olarak ikiye ayrılır.

Sevdiğim kuşların başında tabii ki bir Fenerbahçe taraftarı olarak kanarya gelir. Pelikan ve papağanı da komik bulduğum için severim. Bir görünüp bir kaybolduğundan mıdır nedir, imajı pek olumlu olmayan karabatak da sempati duyduğum bir kuştur. Bunda ilkokulda resim dersinde kendime bir karabatak resmi bulmam ve onu model olarak kullanıp mozaik çalışması yapmamın da etkisi var sanırım.

Anneannemin balkondaki güvercinleri beslemesi nedeniyle balkona alışık olan güvercinlerin kapıyı/pencereyi açık bulduğunda içeri dalması ve sonucunda benim evin içinde güvercinlerle köşe kapmaca oynamak zorunda kalmalarım ise güvercinlerle aramda sıcak ilişkiler gelişmesine neden olmuştur. Bu köşe kapmacaların finalinde mağrur komutan olarak yakaladığım güvercini tekrar balkondan dışarı salmam da bu oyunun en güzel tarafı.


Bir de leylekler vardır kendime yakın hissettiğim. Yanlış anlaşılmasın beni getirdiklerine inandığım için değil bu yakınlık. Küçükken annem eğer leyleği havada uçarken görürsem o yıl çok seyahat edeceğimi söylemişti. Çocukluğumun Elazığ'ında leylek de çoktu demek ki, hep yuvada leylekler görürdüm. "Neden bunlar uçmuyor, uçsa da bu yıl çok seyahat etsem" derdim. Bırakın uçanını, canlı herhangi bir leylek görmeyeli o kadar çok oldu ki.

Asil duruşlu kuğular ise bana huzur verir. En sevdiğim yerlerden biri olan Ankara'daki "Kuğulu Park"'da bir banka oturup kuğuları seyretmek, birçok kişiye tuhaf gelse de (nedense Kuğulu Park'da huzur bulmamı anlayamıyorlar) hep kafamı rahatlatmıştır.
Sevmediğim kuşlara gelince listenin başında kargalar vardır. Hele ki evimizin balkonundaki (anneannemin beslediği) güvercinin yuvasına saldırıp yavru güvercinleri öldürdüklerini ve çaresiz anne güvercinin haykırışlarını gördükten sonra gördüğüm kargayı kovalarım. Ancak kargaların çok zeki ve kindar olduklarını, yaklaşık 200 yıl kadar yaşadıklarını öğrendikten sonra tedirgin olmadım da değil. Umarım bu yazıyı okuyan bir karga çıkmaz. Ömür boyu tepemde bana nefretle bakan kargalarla yaşamak pek hoş olmasa gerek.

İstanbul'un simgelerinden olan Boğaz, vapur, martı, simit dörtlemesindeki martılardan pek hazetmem. Bunun nedeni ise çok açık; küçükken TRT'de gösterilen (o zaman tek TV kanalı vardı) "Martı Adası" dizisi. O dizide sağa sola saldıran martıları gördükten sonra bilinçaltım hep beni uyarır: "Dikkat! Şu sevimli martı ummadığın zamanda gözünü oyabilir"

Şimdi bu sevdiğim ve sevmediğim kuşlar grip oluyor, birer birer ölüyorlar. Hatta kendileri ölmekle kalmayıp insanlara da grip virüsü bulaştırıp onların ölümlerine neden oluyorlar.

Basit bir hastalık olarak bilinen grip şu an kuşlar aracılığı ile fena halde öldürücü bir hal aldı. Anladığım kadarı ile durum oldukça ciddi, ama çözüm de bir o kadar kolay: Tavuk çiftlikleri dışında tavuk beslememek. İstanbul ve Ankara'da bile sokaklarında tavukların dolaştığı mahalleleri görünce asıl sorunun yoksulluk, cehalet ve bilinç eksikliği olduğu anlaşılıyor. Bu ise ülkemizin en büyük sorunu. Çözümü zor ve zaman alıcı. Sadece kuş gribi konusunda değil, ülkenin birçok probleminde karşımıza aynı şey çıkıyor. Bunu tartışmak ise birden fazla yazı konusu gerektirir.

Lafı uzatmadan, dilerim kuş gribi salgınını da biran önce daha fazla kayıp vermeden atlatırız ve bunun için herkes kendine düşeni yapar.

Bir sözüm de kargalar ve martılara: "Sizden hoşlanmadığımı söyledim ama inanmayın, sizi de tüm diğer kuşlar gibi seviyorum. İnsanlar da ölmesin kuşlar da. Hep birlikte paylaşacağımız koskoca bir gökyüzü ve dünya var".
*Fotoğraflar www.fotoajans.com adresinden alınmıştır.